7 Haz 2010

Bilinçaltı



Son zamanlarda yalnızlık çok koymaya başlamıştı; hayatını paylaşacağı bir adamın eksikliğini, kendisine ne kadar unutturmaya çalışsa da aklından çıkaramıyordu. Yoksa ailesi, arkadaşları onu istese de yalnız bırakmazlardı ama herkesin yeri ayrıydı ve kimse kimsenin yerini dolduramıyordu.

Selim'den ayrıldıktan sonra birlikte ettikleri güzel kahvaltıları, sonrasında evde yayılıp, dergi, kitap, öpüşme, sevişme ile geçen hafta sonlarını düşünmek ona ne kadar acı verse de her hafta sonu evde oturup, bunları düşünerek vakit geçiriyordu.

İlişkileri hiç sıradan ve sıkıcı olmamıştı ama bitişi öyle sıradandı ki. İçini en çok acıtan da bu ilişkiye hiç yakıştıramadığı sıradanlığı finalde yaşamış olmasıydı. Selim, eski çapkınlık günlerini özlemiş ve bir kaçamak yapmıştı. Sonra bu kaçamağı uzatmış ve kaçamak uzun bir ilişkiye dönünce, Esra'nın da haberi olmuştu. Sessizce ama nefretle bitirmişti her şeyi Esra. 

Çok klişeydi ve her yerde yaşanan bir hikayeydi bu. En çok da buna kızıyordu ama demek ki o farklı diye düşünmesine rağmen, Selim de aslında herkes gibiydi.

Esra, her akşam işten çıktığında eve kadar yürüyor ve yürürken; Selim’i, ailesini, sokakta karşısına çıkanların yüzlerindeki ifadeleri ve yaşadıklarını düşünüyordu. 

Yürürken, karşıdan gelen kişilerin yüzlerindeki ifadelerden duygularını okumaya çalışmak, kıyafetlerinden, yaşam tarzlarını tahmin etmek çok zevkliydi. Bazı insanlara daha hoşgörüyle ve içi ısınarak bakarken; bazılarının yüzünde gördüğü ifadeden hoşlanmıyor, o insanlardan daha uzak yürümeye çalışıyordu. 
Bunun sebebi; o insanların kafalarındaki düşüncelerin kötülüğünün yüzlerine yansıması mıydı, hiç öğrenemez ama merak ederdi.

O akşam yine işten çıkmış eve yürürken, her zaman kullandığı yolu kullanmamış, yolunu biraz uzatmıştı. Rüzgar sert esiyordu ama saçlarının ağzına, gözlerine girmesi dışında onu rahatsız eden bir şey yoktu. Önünden geçtiği irili ufaklı cafelerin, dükkanların içlerine bakıyor, daha önce oralarda yediği yemekleri, o sırada birlikte olduğu kişileri düşünüyordu.

Daha önce kuruyemişçi olan bir dükkanın beyaz ve temiz tabelası dikkatini çekti. Kuruyemişçinin yerine zeytinyağlı ve sıcak yemekler yapan bir dükkan açılmıştı. Evde yemek yapma huyu olmadığı için sürekli dışarıdan pide, hamburger sipariş etmenin sonucu, ona kalan fazla kiloları olmuştu. 
Paket servisleri vardır belki, hayatımı kurtarmış olurlar diyerek, dükkana girdi.
-          Merhaba, eve paket servisi yapıyor musunuz? Yeni açıldı burası herhalde, hayırlı olsun.
-          Evet efendim, teşekkür ederiz. Size telefon numaramızı verelim, henüz broşürlerimiz basılmadı.

Mutfak kısmından çıkıp, onunla konuşan adam, gözlerinin içi gülenlerdendi; bir kağıda acemi hareketlerle telefon numarasını yazdı ve verdi. Esra, teşekkür etti, oradan ayrıldı.

Dükkandan çıktığında bazı insanlara içinin çabuk ısınmasının nedenini soruyordu yine kendine. Evet bu genç adam hoştu, esmer, kıvırcık saçlı ve kara, neşe saçan gözleri vardı. Parmağında da yüzüğü vardı tabii, her beğendiği erkekte olanlardan. El yazısı karakteristikti, hep imrendiği kıvrımlar vardı harflerin arasında, kendi el yazısında olmayan.

Omuz silkti ve kendine güldü; adamın yüzüğü olmasa ne yapacaktı ki? Eve paket servisi isteyip adama “paketi getirmeye sen gel, bebeğim" mi diyecekti?

Bunları düşünürken, eve varmıştı bile. Anahtarını çıkardı ve kapıyı açtı. İçerisi akşam güneşiyle hafifçe ısınmış, turuncu bir ışıkla aydınlanmıştı, evinin bu haline bayılırdı. Eve girer girmez acıktığını fark etti ve bugün de bir şey yemeden geçsin diyerek, kendine bir kahve yaptı, yanında etimekle, akşam yemeği ritüelini geçiştirmiş oldu.
 
Yalnız yaşamanın güzel yanları da yok değildi; evde istediği gibi yayılmak, sessizlik istiyorsa sessizlik, gürültü istiyorsa gürültü yapabilmek, yemekte ne yeneceğini kendi kendine belirlemek gibi.. .
Bugün kahve-etimek ikilisinin yanında  bir de film izlemek istiyordu. İçi karardığında hep seyrettiği Beethoven'ı dvd player'a koydu ve akşam keyfi böylece başlamış oldu.

Keyif kısa sürdü, filmin yarısında uykuya daldı. Uyandığında saat gece yarısını geçmişti.

Sürünerek yatağına yattı ve başını yastığa koymasıyla uykuya dalması bir oldu. Sabah, alarm çalmadan beş dakika önce kendiliğinden uyandı ve kulağında durmadan çınlayan "nereye kadar? nereye kadar?" sorusu ile gayri ihtiyari doğruldu ve yatağın üzerinde oturur durumda, içi boş bez bebekler gibi kalakaldı.

Nereye kadar ev-iş arası gidip gelecek, akşam yemeklerini yalnız başına yiyip, kanepede sızacaktı? Hayatı boyunca kalabalıklarla çevrili olmayı, ailesinin verdiği sıcaklığı sevmiş, ileride de böyle yaşayacağını hayal etmişti. 

Şu anda mecbur kaldığı bu hayatı kendine kabul ettirmek için iyi yönlerine bakmaya çalışıyor ve aslında kendini kandırıyordu.

Ne yapacaktı peki? Toplayıp pılıyı pırtıyı ailesinin yaşadığı şehire geri mi dönseydi? Yoksa karşısına çıkan ilk adamla sadece yalnız kalmamak için evlense miydi? Bu muydu yani hayali? 

Aslında aradığı; gerçek sevgi ve güvendi. Bunu bulmak da o kadar zor olmasa gerekti, değil mi?

Birden kafasında bir ışık yandı. Evet, bu delice sevgiyi ve dostluğu ona verebilecek birileri vardı. 

Meryem'i aradı ve "Meryem, bana şu senin köpeğin doğurduğu üç yavruyu da verebilirsin. Kendime bir aile arıyordum, buldum!" dedi.

15 yorum:

ali zafer sapci dedi ki...

İyi bir final ve güzel bir paylaşımdı. Teşekkürler.

Aslısın dedi ki...

Teşekkürler alizafersapcı...

life dedi ki...

gerçek sevgi ve güveni herkes bulabilse keşke...güzel bir yazı olmuş...ellerinize sağlık...

Unknown dedi ki...

benden bir parça sanki..ellerine sağlık:)

NiLaY dedi ki...

bir çırpıda okudum, süper olmuş :9 ellerine sağlık..

Aslısın dedi ki...

life: sağol, arayan herkes bulur umarım.

sakazen: sağol, güzel parçaların hepsi senin olsun :)

Nilay: çok teşekkür ederim, çok seviniyorum beğenilince :))

Adsız dedi ki...

güzeldi :)

Aslısın dedi ki...

syrakusa, meggğsi :)

Sokak Kedisi dedi ki...

Yüzleşmeyi sona sakladım, şimdi ona gidiyorum ama bundan da pek hoşlandım ben :))

İnsan istediklerini almak için biraz daha saldırgan olsa neler değişir hayatında acaba ?

Mesela deseydi Esra, şu kıvırcık saçlı ( dişlerinin de minik ve beyaz olduğunu ümid ediyorum bu arada :) ) genç adama " Paketi de sen getir ama Bebeğim! diye, neler değişirdi acaba ruhunda?

Hem belki adam eşinden ayrılmış ama yüzüğünden ayrılmak fikrine henüz alışamamış olduğu için parmağından çıkarmamıştır diye iyimser bir fikir geldi aklıma birden bire :))

Aslısın dedi ki...

Ha haaayyt sokağımın kedisi be! Aslında başta fikrim ona benzer bir sona gitmekti ama gerçek olamayacak kadar güzel geldi (bak hayali kısıtlamak böyle br şey)

Senin bitiş de bir ihtimal, köpekler ve beyaz dişli yakışıklı birlikte şahane olurlar bence :)))

Sokak Kedisi dedi ki...

Hayallere özgürlük diye Taksim'e çıkalım deseler çıkarım bu durumda :)))

Bak şimdi şu son final hayali bile günü güzel geçirtir insana ;)

Yürü Esra, arkandayım bu arada :))

Tekrar okurken farkettim de feci kafiyeli yorumlamışım gene, yuh bana :))

Aslısın dedi ki...

Şair ruhlu kadınsın vesselam :))

Sibel dedi ki...

Güzel hikaye!
"Hem tanıdık,hem yepyeni"
I like it!

Adsız dedi ki...

çok tanıdık:)))

şerife

Aslısın dedi ki...

Sibel: Aşk yeniden diyorsun :))

Şerife: Tanıdık ama kalıcı olmak zorunda değil bu durum, değil mi :)