İlk izlenim nedeniyle kaç insanı hayatımıza sokmuş, kaçını ise tanımaya izin bile vermeden göndermişizdir, kim bilir?
İlk defa gördüğümüz bir insanı; dört-beş saniye içinde davranışları, tarzı, giyimi, fiziksel özellikleriyle bize daha benzer olduğu, farklı olduğu, veya birini hatırlattığı için benimser, reddeder veya görmezden geliriz. Bu karar, o güne kadar yaptığımız ezberlerden gelir.
Daha önceki yaşanmışlıklardan elde edilen tecrübe torbasından, gördüğümüz yeni insana dair bir etiket bulur, yapıştırır ve rafa kaldırırız.
O rafta aynı etiketle işaretlenmiş, benzer davranışlar gösteren insanlar durur. Bu etikete göre, raftakilerin belli durumlarda belli bir davranışı sergileyeceğini varsayarız.
Genelde yanılmayız da. O raf ve etiketleme sistemi, yapıştırma ve kaldırma süreçleri boşa yazılmamıştır. Bu izlenimle, o insanla ilgili beklentilerimiz netleşir. Böyle de yaşar, gideriz.
Bütün bu sistem işlerken, bir yandan da insanların değiştiğini, tek değişmeyenin değişim olduğunu söylüyoruz. Peki o zaman, raflar arasında gidip gelirken, böyle ezberler bizi hayatın akışından uzaklaştırmış olmuyor mu ve "olanı" görmemizi engellemiyor mu?
İnsanlar değişmez söylemine inanmıyorum. Değişirler işte, en başta kendimde görüyorum nasıl değişebildiğimi. Hayat akan ve evrilen bir süreçken; biz onun içinde hiçbir şey olmasa yaşlanıyoruz. Yaşlanmak yerine yaş alan, olgunlaşanlar da oluyor içimizde, tam tersine gittikçe çocuklaşanlar da. Ama hiç kimse aynı kalmıyor.
Bu durumda, ilk izlenim bize yardımcı oluyor gibi görünürken; aslında varsaydıklarıyla, her zaman da doğru sonuç vermiyor. Zamanla, raflarda yanlış insanlar bir arada kalıyor. Beklentiler gerçekleşmiyor, hayal kırıklıkları, sürprizler bollaşıyor. Yani ilk izlenimin arkasına saklanmak, doğru neticeye götürmüyor.
Herşeye rağmen, tanımaya ve uğraşmaya karar vermek, korkup, kaçmaktan daha değerli.
Deneyimler kimi zaman ağır gelse ve acı verse de; yaşamış ve görmüş olmayı, korkup, kaçınmaya tercih etmeli.
Sonunda, mutluluk da olabilir hüsran da.
Bence denemeye değer.
15 yorum:
Seni okumak öyle güzel ki..
Bitirdiğimde içimi serinleten bir tat kalıyo içimde.
sevmenin bi duyusal,bir duygusal,bir de akli tarafı var.akli olanının zamanla oluşması beklenebilirse de,duyu ve duyguya dayalı olanı zamana karşı dirençlidir efendim.çaba da fayda vermez oluşmasına.
çok sık yaptığım bişeydir bu. çoğunda yanılsam da vazgeçemem. bakalım ilerde ne olacak..
Aslıcım söylediklerine katılmamak mümkün değil gerçekten de. ama atalar sözünü de yabana atmamak gerekir:
köpek b.k yemekten vazgeçmez:))
ufak tefek değişimler elbetteki olur ama köklü bir değişim zor.
Bu yazıya atıflı yazım yolda, inzivada neymiş zaten...
Yüreğine sağlık...
B.:Ne mutlu bana, ne diyeceğimi bilemedim.
nesimi: akıl, duyu ve duygu doğru karar verdiği sürece sorun yok ama ortada yanlış bir karar, çabuk bir karar varsa; "kayıp" olma ihtimali de yüksek.
Syrakusa: Hayırlısı, ne diyeyim :)
bad-ı saba: Köklü değişim olmasa bile büyük orandan değişim mümkün bence.
Sazan: Bakıyorum şimdi, merak ettim.
AslıCan'ım aynen katılıyorum dediklerine.
İnsanları bize gösterdikleri yüzleriyle kimliklendirip sonra da sürekli o kimliğe uygun davransınlar diye bekliyoruz ama değişim kaçınılmaz olunca hayat da böyle gülücükler içinde geçmiyor tabii.
Zevkler değişiyor, duygular değişiyor, farkındalıklar değişiyor.
Değişimler masum, olağan ama aslında hiç öyle değilken öyleymiş gibi davrananlar aldatıp hayalkırıklığı yaratıyor bence bünyede. Nefret etmekten başka bir duygusu olmayan bencil bir insan, sevecen ve verecen bir kimliğe bürünüp o etiketle rafa yerleşince gelecek kabus gibi oluyor.
Miş gibi yapanlara dikkat ettikten sonra sıradan değişimler de hayatın aroması zaten
Aman dikkat :)
Sokağımın kedisi, işte bu demek istediğim. ne güzel anlatmışsın. Ağzına sağlık :)
Mıırrrr ;)
Ben Aslı'yla Berna'yı kızkardeş gibi düşünmeye başladım. Yani aslında öyleler ama daha kendileri de bilmiyorlar gibi. Baştan sona mutlu gidip mutlu biten bir film bu. Çok yakın arkadaşlar ve tesadüfen kardeş oldukalrını öğrenip mutlu mutlu yaşıyorlar . Nasıl ama?
Ben Aslı'yla Berna'yı kızkardeş gibi düşünmeye başladım. Yani aslında öyleler ama daha kendileri de bilmiyorlar gibi. Baştan sona mutlu gidip mutlu biten bir film bu. Çok yakın arkadaşlar ve tesadüfen kardeş oldukalrını öğrenip mutlu mutlu yaşıyorlar . Nasıl ama?
Ne güldüm ben buna :)))
İlk okuduğumda kendimi okuyormuşum gibi geldi. Sanki ben yazmışım bazı özel yazılarını, sanki Aslı benim. Bir sevdim ben bu kadını, o kadar olur. Bizim şarkımız bile var Kingim'O, hani domestos'un bir reklamı vardı okan bayülgen'in seslendirdiği, mikroplar her yeri ele geçirmiş, çirkin de bir mikrop söylüyordu "kötüyümm ben kötüyümm kötüyümm kötüyümm herkesi hasta ederim nım nım nım nım" diyen. İşte o şarkı şöyle oldu artık " Aslısın sen Aslısın Aslısın / herkes seni çok sever nım nım nım nım"
Muhabbetimiz eksilmesin, artsın.
Gözünüzden de bir şey kaçmıyor pirim. :)
Sen bir istedin Allah sana üç kız kardeş verdi görüyo musun..
Ya ne güzel bir yazışma olmuş burada. The King, o gören gözlerinin, anlayan kalbinin karşısında eğiliyorum. Berna, gerçekten bana hediye olarak geldi ve kız kardeşimi buldum, haklısın.
Berna'm, şarkımızın duygusallığı da beni bir kez daha en derin yerlerden etkiledi :))
Ahahhaa yerlerdeyim şu an . Şarkınızın tınılarını anımsayınca gülmekten içim dışına çıktı. Çok yaşayın hanımlar!
Cümleten the king :))
Yorum Gönder