13 Kas 2010

Kör nokta


Söylersem, kendimle ve özümle çelişeceğimi hissettiğim, dokunmaktan bu yüzden kaçındığım; kördüğümü buldum!

Ne kadar anlamlı bir giriş oldu değil mi, sizin için?
Evet, ben yazdım, ben anladım işi oldu, daha çok.

Siz okuyun diye yazmıyorum ayaklarına yatmayacağım, bal gibi de okuyun diye yazıyorum. Hatta beğenin, iyi şeyler söyleyin, hissedin diye. Yani tamamen bunun için yazmıyorum da; yazdıktan sonra bunları demenizi bekliyorum. Niyetinizin iyi olduğundan emin olursam; eleştirileri de, ilk başta içimi gıcıklandırmakla beraber, teşekkürle kabul ediyorum. Üzerine düşünüyorum.

Ne diyordum ben?
Ha kördüğümü, kör noktamı buldum. Yok, G noktamı bulmam gibi olmadı.
İstanbul bir gün; kadınların g noktası ruhlarıdır, boşuna başka yerde aramasın erkekler, demişti. Çok doğru değil mi? Bedenimizden çok, ruhumuz okşandığında zevklenir, kendimizi veririz. Bir nevi önsevişmedir, ruhu okşamak. Çoğu erkek bunu unutur ya, neyse konuyu dağıtmayalım.

Aklım yine başka yerlere kaçtı; ruh-beden-g noktası dedim, diye.

Kördüğüm diyordum...
Kendi kendimi deşip, aradığım şeyi bulmaya en yaklaştığım an duraksamamı, düğümlenen yere ulaşamayışımı anlatıyordum. Sanıyordum ki; bulursam kaybolacağım, bugüne kadar kendimle ilgili yaptığım ezberleri bozacağım. Ortada kalacağım!

Aslında, buralara gelmem de bana şu anda üzerinde çalıştığım bir işin, benim için ne anlam ifade ettiğinin sorulmasıyla başladı. En anlamlı gelen şeyin birden anlamsızlaştığı hissine kapılıp, korktum, susmak istedim.

Ben tutku insanıyım. Tutkuluyken mutlu olurum, pembe gözlüklerimi takar, etrafa gülücükler saçarım, daha çok işe yararım. Tabii, yıllarca tutkuyla bağlandığım şeyin bir hiç olduğunu görürsem de; kendimi salak gibi hissederim. İşte salak gibi hisssetmekten, kendimi aptal yerine koymuş olmaktan korktum.

Daha önceden inandığım bir şeye artık inanmadığımı kabul ettiğim an: Rahatladım.
Bir adamı yargılamıştım zamanında, bir düşüncesinden ötürü. Fark ettim ki; artık ben de biraz o adam gibi düşünüyorum. Onun gibi düşünmemek için de kendimden kaçıyorum. Amacımı kaybediyorum hatta değer verdiğim bir işi değersizmiş gibi görecek kadar körleşiyorum.

Sırf bunlar başıma gelmesin, körleşmeyeyim diye, elimden geldiğince; insanları ve düşüncelerini yargılamaktan kaçınıyorum. Ne kadar kaçınsam da; arada düşüyorum yargı tuzağına ve işte böyle dolanıyor kuyruğuma. Kendime bakmamı bile engelliyor, ne fena!

Sorulan sorunun cevabına gelince; o iş benim kanadım, beni özgürleştirecek bir araç. Amaç değil.


Kendime daha büyük bir rol biçmiştim oysa, herkesin hikayesinde yer alacağımı sanmıştım.
Anladım ki; rol sadece benim kendi hayatımın başrolüymüş.

Bu da bana yetermiş, en azından şimdilik...

Görsel: Ahmet Coka

8 yorum:

Sycorox dedi ki...

Yalnız bu g noktası lafına gerçekten katıldım, keşke böyle şeylerle uğraşmayıpda biraz ruhumuza hitap etseler ve birazcıkda olsa net olmayı deneseler. Bunu bir yerlerde yazarım izninle tabii :)

Aslısın dedi ki...

Sycorox buyrunuz aliniz lutfen;)

Sade dedi ki...

Bence herkes kendi hayatindaki basrolunu hakkiyla oynarsa cok sahane bir hayat olur.. Di mi?

Dallama Blogger dedi ki...

hiç birşey anlamıyorum, ilkokul diplomasını yeniden almam lazım

Muzeyyen dedi ki...

Bazı şeylere gereğinden fazla anlam yükler ve sonra hayal kırıklığına uğrarız.. Ya o anlamın çok da anlamlı olmadığı ayrımına biz varırız zaman içinde, ya da birileri ya da birşeyler buna sebep olur..

Kendi hayatının başrolünde olabilmek kadar anlamlı birşey var mıdır acaba.. Genelde kendi hayatlarımıza bile müdahaleler olur yerli yersiz..

Kör noktanı bulmana sevindim! Farkındalık iyidir (ama can da yakar..)

Aslısın dedi ki...

Sade, olabülür gerçekten de:)

telekinesis, ya gitme gel, diplomaya falan gerek yok :)

Müzeyyen, neyse ki fazla acılı olmadı :)

Kaan dedi ki...

Aslında her şey gelip o ince soruya takılıyor değil mi; kendimiz için mi, çevremizdekiler, hayatımıza dahil olanlar için mi yaşıyoruz, ya da yaşamalıyız?
Uzun düşünceler, analizler, tartmalar, boşaltmalardan sonra anlıyoruz ki ne biri oluyor tamamıyle, ne de öbürü... Bir şeyi, herhangi bir şeyi kendimizi mutlu etmek, egomuzu tatmin etmek, tutkumuzu rahatlatmak, ya de ne derseniz deyin, onu yapmak için mi, yoksa birilerinin bu yaptığımızı değerlendirmesi, yorumlaması, beğenmesi vs. için mi yapıyoruz?
Aslında temel nokta bizim neyi istediğimiz, ya da bizi mutlu eden şeyin ne olduğu, ama örtüsüz bir şekilde, tamamen çıplak, katkısız, etkisiz düşünerek bulmalıyız bunu. Yoksa klasik, standart, öğretilen, dayatılan biçimiyle düşünürsek asla kendi cevabımızı bulamayız. Yıllardır inandığımız şeylerin yıkılmasından ziyade bizim yıkılmamamız önemli bence, çünkü biz yoksak hiçbir şey var olmuyor...

Aslısın dedi ki...

Kaan, biz yoksak hiç bir şey varolmuyor evet, en azından bizim için.