4 Şub 2009

Ya değilse?

Sabah kalktı ve hemen cama koştu. Bir heves perdeyi araladı ve hemen etrafı kolaçan etti. Ama aradığını bulamadı. Yine gelmemişti. Omuzları çöktü ve mutfağa gidip, kahvaltıyı hazırlamaya koyuldu.
Tam 3 haftadır her sabah belki gelmiştir diye umutla kalkıyordu ama gelmiyordu işte.
Altı yıldır birliktelerdi. Sonra o biraz değişiklik istemiş ve hiçbirşey söylemeden, gitmişti.
Gidiş o gidiş. O günden beri ha bugün ha yarın gelecek diye her sabah bekliyordu onu.

Bir süre önce ona çok sinirlenmiş ve arada kontrol edemediği sinir patlamalarından birini yaşamıştı. Ama o gün barışmışlar ve durum tatlıya bağlanmıştı. Niye gittiğini bir anlasa ve kendisini suçlamaktan vazgeçse çok rahatlayacaktı ama olmuyordu işte. Hem nereye giderdi tek başına? Nerede yatıp kalkıyor, kimlerle sürtüyordu? Yoo artık daha fazla dayanamayacaktı, bugün sokaklara düşüp, aramaya başlayacaktı onu. Ya başına bir şey geldiyse, nasıl affederdi kendini? Aslında bugüne kadar harekete geçmeme sebebi gurur falan değildi. İçini kemiren duygularıydı: "Ya benden tamamen vazgeçtiyse ve bensiz de gayet iyi idare edebiliyorsa?" Çıldırmak üzereydi, ne olursa olsun artık bugün bir şeyler yapmalıydı.

Kahvaltı etti ve üzerini değiştirip, kendini sokağa attı. Hava o kadar güzeldi ki; onunla ilk tanıştığı gün geldi aklına. O gün de hava böyle limonata gibiydi, gökyüzü pırıl pırıldı ve bu da insanların yüzlerine ve yürüyüşlerine yansıyordu.
Bir tek o, yüzünde günlerdir silemediği endişeli ifadesi ile hızlı hızlı yürüyordu. Önce sahile bakacaktı. Sabahları hep denizi seyreder, hava böyle güzelse kahvaltısını köşedeki bankta yapardı. Bank boştu, ayaklarını sürüyerek, sahilde yürümeye başladı. O güzel ve çok özlediği yüzü görme umuduyla, herkese daha dikkatli bakıyordu. O sırada yanına küçük bir kız çocuğu geldi;
-abla selpak alsana
-yok canım, istemiyorum
-abla lütfen bir tanecik al sadece 50 kuruş, lütfen daha kahvaltı etmedim
-ısrar etme ama acelem var, istemiyorum dedim sana
-abla lütfen sonra satamadım diye dövüyorlar beni

Cebinden 1 lira çıkardı ve kıza verdi.

-sağol abla, al
-istemiyorum selpak sende kalsın
-abla ben dilenci değilim, parasını verdin, ben de sana 2 tane selpak vereceğim.
-bak çantamda zaten 1 tane selpak var ve istemediğim halde laftan anlamadın.
-abla ben dilenci değilim, bu selpakları satıyorum, dilenmiyorum. Al şunları
-ya sabah sabah ceza gibisin, istemiyorum selpak falan

Tam o sırada 8-10 yaşlarında dört erkek çocuk daha yanlarına geldi ve "biz dilenci değiliz, sen ne hakla bize öyle davranırsın" diye küçük elleriyle kollarını ve çantasını çekiştirmeye başladılar.
Onları itmeye çalıştı ama bir türlü ellerinden kurtulamıyordu, ahtapot gibi her yanını sarmışlardı. Küçük kız ortadan yok olmuştu. Çocukları sertçe itti ama bu da işe yaramadı.
Yalvaran gözlerle etrafa bakıp, birisinden yardım istemeyi düşündü ama çevrede kimse yoktu, sanki yer yarılmış ve daha 10 dakika önce çevresinde gördüğü herkes içine girmişti.
Çocuklardan kurtulmanın imkanı yok gibi görünüyordu çünkü tüm gücünü kullanmış ama ellerinden kurtulamamıştı.
Ter içinde kalmıştı, sinirden sesi bile çıkmıyor, bağıramıyordu. Kalbi deli gibi atıyor ama kaçmak için daha fazla güç toplamaya çalışırken, durduğu yerde nefesi kesiliyordu. Elleri ve ayakları buz gibi olmuş sanki onun kontrolünden çıkmışlardı.

Aniden gözünün içine doğru giren bir ışık bu anı böldü ve ter içinde uyandı. O artık yoktu ve onun yokluğu yeterince büyük bir işkence değilmiş gibi bir de bu kabuslar hayatını cehenneme çevirmişti. Her şeyi denemişti ama alışamamıştı işte! Ne onsuzluğa ne de bu allahın cezası kabuslara. Evden hiç çıkmıyor, kimseyle görüşmüyordu. Aradan 3 yıl geçmişti ama hala atlatamamıştı. Normal hayat artık ona o kadar uzaktı ki...

Telefonun sesiyle birden irkildi. uzandı ve telefonu açtı.
-Alo
-Neredesin sen, merak ettik.
-Tanıyamadım, kimsiniz?
-Dalga mı geçiyorsun İpek? Ben Serpil, işe geç kaldın, cep telefonun da kapalıydı, merak ettik, uyuyakaldın herhalde?
-Ben çalışmıyorum. üç senedir evden dışarı adımımı atmadım, neden bahsediyorsunuz siz?
-Of ya, sabah sabah seninle uğraşacak halim yok, patron seni sordu, hemen gel. Biraz rahatsızmış, doktora gitmiş diyeceğim. İdare ederim. Saçmalamayı bırak da gel hemen, kapatıyorum.

Ahizeye bakakaldı. Kimdi bu, ne istiyordu ondan? Telefonu kapattı ve tam gözlerini kapatıyordu ki telefon yeniden çaldı.
-Alo
-Kızım işe gitmemişsin, hasta falan değilsin ya?
-Anne bana neden bunu yapıyorsunuz? Neden böyle davranıyorsun bana?
-Kızım bir derdin mi var? N'oldu sabah sabah neden sitem ediyorsun? Hasta mısın yavrum?
-Anne yeter, artık dayanamıyorum! Kabuslardan, hayattan, her şeyden bıktım artık, yapamıyorum. Sen bile benimle dalga geçiyorsun, kimse beni anlamıyor. Neden yaşıyorum? Artık cevabını bulamıyorum.
-Kızım ben hemen geliyorum oraya, sakin ol. Sakın bir delilik yapma.

Telefon yine kapandı. Allah kahretsin, ne oluyor? Ne bu? Annesinin yeni bir tedavi yöntemi mi? Kendisi yetmiyor gibi bir de adam ayarlamış, sabahın bu saatinde, olmayan iş yerinden arıyorlar.

Düşünceler kafasında deli gibi dönerken, birden içinden bir ses "Ya bunların hiçbiri yaşanmadıysa? O kaybettiğini sandığın ve ardından yas tuttuğun şey asla senin olmadıysa ve hiç kaybolmadıysa? Şu anda olduğunu sandığı şey aslında olmuyorsa??" dedi.
Birden herşey anlamsızlaştı. Hiçbir şey düşünemiyor, kendini düşünmeye zorladığında da hatırlamıyordu.Yüzünü yastıklara gömdü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.


Foto: communities.canada.com



1 yorum:

Adsız dedi ki...

Ellerine yüreğine sağlık. Vayyy beee